a-ş-k

Etrafıma bakıyorum da ilişkilere ilişkiden çok “ danışıklı dövüş” demek geliyor içimden. Şartlanmalar ve envai çeşit koşullanmalarla eş tutulmuş geçirilen zamanlar… bu hep böyleydi de ben mi yeni fark ediyorum? Belki de…

Çeşitli uyanışlar yaşar insan, birden geliverir bazen kimi zaman da kendi kendini besler  azar azar. Kendini gün ışığına çıkarır, gösterir. Belli ki ikincisi geçerli şu durumda. Gözlemek için zaman ayırmaya gerek kalmıyor gibi, zaten hayat devinim halinde ve sadece bir adım geri çekilip olayları geldiği gibi almaya aşina olmaya başlıyor zihin. İşte bu fark edişlerde  “ aşk” ı gözlemlemek için biraz daha dikkat verdim  kadın ve erkeğe.

Kadın ve erkek birbirine alenen ağrı kesici muamelesi yapıyor. Hayata karşı duruşlarında yanlarına aldıkları bir diğerini bir raddeden sonra tüm dış dünyaya siper ediyorlar gibi sanki. Gelen fırtınaya, yağmura karşı onları bir kalkan gibi kullanıyorlar. Bu çok fazla! Bu haddinden fazla sahiplenme, kişisel hayata, kişinin kendi alanına tam anlamıyla balta vuruyor haliyle.  Şimdi sözümona new age cilere sorsanız, bunu evirip çevirip özgür aşk, özgür seks zırvalarıyla süsleyip püsleyip yirmibirinci yüzyıl modern masallarına çevirirler; o ayrı. Sadakat elbetteki güzeldir; sadakat saygı gibidir. Duymazsanız, hissetmiyorsanız  yoktur zaten. Hiç olmamıştır. Aşk özgür değildir kişi özgür değilse.. seks özgür değil sadece rastgele sekstir o vakit.  Nitekim farzı misal önlerinde beraber geçirecekleri bir beş altı sene varsa, bunu, kadın erkek birbirinin hayatına bu denli nüfuz ederek beş altı aya indiriveriyorlar. Çok hızlı yaşanan her şeyi tüketiyorlar. Ya da bir ömrü beş altı senede bitirmek gibi aynen. Nasıl  kapitalizm bizi tüketici birer sosyal hayvana çeviriyorsa, duygu dünyamız da  böylesi hızlı yaşam ve  beraber geçirilen o çok sıkıştırılmış zamanlar ve fütursuzca harcanan duygulanımlarla tam manasıyla ilişkiler mezarlığına dönüyor.

İçteki boşluk o kadar büyük ki aşk en büyük panzehir oluyor yalnızlığa. Başka nasıl bir duygu seli sizi bambaşka alemlere götürebilir ki?… Beyindeki nörokimyasallarınızı bu denli başka ne değiştirebilir, hormonlarınızı ne bu denli arttırabilir, sizi uyarabilir? Bir diğerinin varlığı daha başka nasıl kanınıza birden bu kadar adrenalin pompalayabilir ve kalbinizi göğsünüzden dışarı fırlarcasına attırabilir? Binlerce yılın en eski masalıdır  ki aşk.. Ülkeleri savaştırmış, sınırları zorlamış, türlü delilikleri yaptırmış, öldürmüş ya da yaşatmıştır aşk. Fakat şu içinde yaşadığımız bedeni dahi bir gün bırakıp gittiğimiz düşünülürse aşk da hep bitmiştir. Sona ermiştir ya sancılı ya da sessiz sedasız… 2010 larda artık ölümsüz aşk hikayeleri duymuyoruz ve işte böyle ancak dejenere olmuş kadın erkek ilişkilerini irdeliyoruz.

Hayalperestti belki önceden aşk, devrimciydi belki ama artık  büyüsü kaçmasın diye üstüne titreyen kadın ve erkeklerin elinde tam manasıyla bir oyuncağa dönüştü gitti.

Oyunlar oynarlar, stratejiler konuştururlar, kaçarlar ya da kovalarlar… çok eski gelenekler bunlar çok değişmediler ama günümüzde artık değersizliğin, boş vermişliğin, çok fazla sahiplenmenin, eşyasıymış gibi davranmanın ya da sanki hazır asker gibi her mutlu ve zor anında yanında olma zorunluluklarının ayyuka çıktığını görmemek için kör olmak lazım.

NE OLUR DA  BİTER AŞK?

Üst üste alınan ağrıkesiciler, acı eşiğinin kaçınılmaz şekilde yükselmesi ve bünyenin bağışıklık kazanmasıyla nasıl kar etmezse ve daha yüksek dozajlara gidilirse işte kadın da erkek de bir yerden sonra yaşadığı geçici körlüğün etkisinden kurtulup etrafı daha net görmeye başlar. Hangisi erken davranırsa diğerinin görüşünü daha da bulanıklaştırır. “ değişim” acı verici olur; değişim çok doğal bir süreçtir fakat  hangi taraf aynı kaldığını düşünüyorsa onun oyundaki yeri sallantıya uğramaya başlar. Sonra gözyaşı, kabullenememe, öfke, yalnızlık, acı vs. bu hikaye hiç değişmedi, aynı kalan tek şey bu olsa gerek… bunu bilseniz de girersiniz bu işin içine bilmeseniz de…

Danışıklı dövüş gibi gelir bana çoğu ilişki, içindekiler de birer ego sevici…  birbirlerinin egolarına hükmeden ya da hizmet eden kadın erkek ordularının aşkın içinde ne işi olabilir ki?

Zamanla taşlar yerlerinden oynadığı için biter aşk…  zihin iştahlı bir maymun gibidir, oradan oraya hoplayıp zıplar, görüş alanına çok şey girmeye başlar ve aşık olunan kişi de pek bir normalleşiverir.  Biter aşk çünkü zihin nesnesini  hep değiştirmek ister; aşkı içinden geldiği için değil dışarıdaki var olduğu için yaşayanlar bir bir elenir. Aşk içeriden geldiğinde gerçektir; içinden, kalpten beslenir.Yoksa biter…

BAĞIMLILIK

Ne kadar bir arada olursa, ne kadar  çok paylaşırsa o kadar birbirini tanıyacağını düşünen kadın erkek çok yanılıyor aslında! Marifet geçirilen zamanların niceliği değil niteliği değil midir? Ve her şeyini açarsan ona, sana ne kalır? Araya konması gereken sınırlar değil alandır; boşluk.. sadece yaşam alanları.. iki kişinin yaşam alanları birbirini ne kadar çok kapsarsa o kadar çabuk ayrışır. İç içe geçmenin “ aşk” sanıldığı, yapış yapış ilişkilerin, haddinden fazla dahil olmanın yaşandığı şu zamanlarda insanlar aşık değil sadece bağımlıdır.  Tutsaklığın en uyuşmuş halini yaşayan kadın ve erkeğin uyanışı “mecburen” sancılı olur; kişi bağımlılığı bağımlılıkların en tehlikelisidir, özdeşleşmenin en güçlüsünü “aşk” kisvesi altında yaşayanlar için bitiş, sona eriş ölümle eştir. Bir diğerinin yaptığı ya da yapmadığı, olduğu ya da olmadığı  gibi olasılıkları söz konusu kişinin hayat sevincini, yaşamdaki yerini bu denli etkilediği sürece, yaşanan anın tadı tuzu kaçtığı sürece bu hiçbir zaman aşk olmayacaktır.Çünkü bağımlılık yoksunluk hissiyle beslenir, söylenmemiş sevgi sözcüklerinin, hiç gösterilmediği iddia edilen ilginin,  bir türlü karşılanmayan beklentilerin birike birike kişiyi kendi alanının yetersiz olduğu hissine taşımasıyla bağımlılık kemikleşir; yerleşir. Buna aşk mı denir??

Peşinden koşmadan, kendiliğinden gelmedikçe yaşanan hiçbir şey aşk değildir… zorlamadır,kendini moda sokmaktır, içteki yalnızlığı, boşluğu kapatma çabasıdır, almadan verme ya da vermeden alma aldatmacasıdır. Egolar savaşıdır, hükmetme yarışıdır. Tüm bunları fark edince geriye aşk mı kalır?

korkusuz, iddiasız yaklaşan, samimi bakıp, o anda orada kalan, birbirinin zihninde salınıp, dans eden ama konuşlanmayan kadın erkek var mıdır?

-Muhtemelen devamı var..-

Yorum bırakın